1957 MEZUNU EBE GÜLÜMSER KIZILSAL İLE SÖYLEŞİ
Ebe bir annenin ikisi de kendisi gibi ebe olan 2 kızından küçük kızı Gülümser Kızılsal ile Türkiye’de yakın tarihteki ebelik eğitimi ve çalışma şartları üzerine röportaj yaptık. Konuştuklarımız günümüz ebeliğine de ışık tutar nitelikte gerçekleşti. 1938 yılında doğmuş olan Gülümser Ebe’mizin anneannesi, annesi, teyzesi, ablası ve kayınvalidesi de kendisi gibi ebeler. Gülümser Ebemiz, Kadın Hastalıkları ve Doğum Hekimi olan oğlu Dr. Hakan Çoker’i de bu ebeler listesinin sonuna ekliyor.
Tecrübeli ebemizle sıcacık bir selamlaşma ve sevgi dolu kucaklaşmamızın ardından tatlı bir sohbete başladık. Gülümser Ebemiz kendine güvenen hayat ve sevgi dolu bir hatun. Yaşamının her aşamasında hem mesleki hem de insani yönde hep çalışkanlık ve doğruluğu kendine ilke eden ebemiz; kendi dönemiyle bugünü kıyasladığında en çok azalan saygıdan dem vurdu. Mesleğine aşık ebemiz bu aşkı mesleki ve insani saygıyla yüceltmiş adeta. Ebeliğin sorumluluğunun her daim bilincinde oluşu onu sürekli okumaya ve kendini güncel bilgilerle sürekli biçimde geliştirmeye yaramış. Hal böyle olunca kısa süre içinde bulunduğu çevrelerde doğru uygulamalarıyla da bu bilge kişiliği sayesinde son derece tanınır bir ebe haline gelmiş. Bugün emekliliğinin keyfini sürerken, ilerleyen yaşına rağmen gencecik kalan ruhuyla ve enerjisiyle şehir şehir hayatı keşfetmekten vazgeçmiyor.
Sohbetimizden alıntıları sizinle paylaşmaktan keyif duyarım.
Merhabalar güzel kızım.
O dönem ebe yetiştiren iki okul vardı. Birisi Çapa Tıp Fakültesine bağlı olan benim gittiğim okuldu. Çapa Tıp Fakültesi bünyesindeki bu okul ortaokul bitimindeki öğrencileri alıyordu. Eğitim süresi 2 yıldı ve buradan mezun olan kızlar “Şehir Ebesi” olarak mezun oluyordu. Bu ebelere belediye ebesi de deniyordu. Dönemin en yüksek ebelik eğitimi bu okulda veriliyordu. Diğer ebelik eğitimi veren okul da Balıkesir’deydi. Oraya ise öğrenciler ilkokulu bitirince gidiyordu ve eğitim 9 ay sürüyordu. Balıkesir’deki bu okulda “Köy Ebesi” yetiştiriliyor ve bu ebeler mezun olunca köylerde, kasabalarda çalışıyorlardı.
Ben İlkokul ve sonra Ortaokul eğitimini tamamladığımda yani 1955 yılında Çapa Tıp Fakültesine bağlı 2 Yıllık Ebelik Bölümüne sınavla girdim. Aslında bu okula girmeye yaşım tutmuyordu. Bu sebeple beni önce kabul etmediler. Benden bir yaş büyük olan ablam benden bir yıl evvel bu okula girince benim yaşıtlarımın da okulda eğitim aldığını görmüş ve bununla ilgili okul yöneticileriyle münakaşa etmişti. Kardeşimi de bu okula alın yoksa Bakanlığa kadar çıkarım diyerek dişli bir tavırla beni kabul ettirdi. Sene ortasında beni de okula çağırdılar. 1957 yılında 2 senelik eğitim bitince bu okuldan mezun oldum.
Tabi muazzam bir eğitim vardı. Eğitmenlerimizin hepsi profesördü ve çok sıkı bir eğitimden geçiyorduk. Özellikle Çapa Tıp Fakültesindeki eğitimde amfilerde he
kimlerle birlikte eğitim alırdık. Çok kıymetli hocalarımız vardı. Cinsiyet değiştirme operasyonlarına kadar her türlü bilgi biz ebelere de öğretiliyordu. Ve tabi merakımız ve isteğimiz de çoktu.
Eskiden daha az kişi yetişiyordu şimdiki gibi her yerden sağlıkçı çıkmazdı ama kalite de ona göre daha fazlaydı tabi. Tabi hekimlerde ebelerde hemşirelerde bir saygınlık da vardı o zamanlar. Şimdilerde ne yazık ki bu yok.
1957 senesinde mezun olduğumda henüz yaşım 18’e yeni girmiştim ve yaşım dolmadı diye tayinim oldu ama asaletim tasdiklenmedi. İlk görev yerim olan İzmit Devlet Hastanesinde tayinle çalışmaya başladıktan yaklaşık 6 ay sonra memuriyette asaletim de tasdiklendi. Ablam da benimle aynı okuldan mezun olmuştu ve ikimiz birlikte İzmit Devlet Hastanesinde çalışıyorduk. Ben aynı zamanda evde doğumlara gidiyordum. Hemen hemen her gece 2 ev doğumum oluyordu ve o doğumlara ebelik yapar oradan da hastanedeki nöbetime yetişirdim.
İzmit’ten sonra 1960 yılında ablamla birlikte, anneannemin de oturuyor olduğu Adapazarı’na gitmeye karar verdik. Tabi yalnız oturmak diye bir şey yok o zamanlar; annemler de bizimle geldi. Ebe Tabelamı* ilk olarak Adapazarı’nda astım. Aynı zamanda Adapazarı’nda Devlet Hastanesinde çalışmaya başladık ablamla birlikte. Tabi çok fazla ebe yoktu ve tayinler de kolay oluyordu. Bu arada annem de ebeydi ama o köy ebesi okulundan mezun olmuştu. Bir dönem üçümüz Adapazarı’nda aynı hastanede çalıştık. Ablam başhemşire, ben baş ebeydim. Hastane bizden soruluyordu yani. Hemşireler ebe-hemşire diye çalışıyordu zaman zaman. O yıllarda Adapazarı Devlet Hastanesi bünyesinde bir kurs açıldı. Köy ebelerinin eğitimlerinin yükseltilmesi için açılan bu kursta biz de gözetmen hoca olarak başlarında duruyorduk. Annem bu kurstaki kursiyerlerden biriydi.
Adapazarı zelzele bölgesi olarak düşünülüyordu ve o dönem de depremler olmuştu bu durum da bizim İstanbul’a geçme isteğimizi oluşturmuştu. Bu vesileyle 1963 yılında Zeynep Kamil Hastanesi’ne tayinim oldu. Zeynep Kamil Hastanesinde de Baş Ebe idim. Ama tabi Adapazarı’nda çok güzel para kazanmıştık ve ablamla birlikte annemize bir ev almaya karar verdik. Biz evlenip gidince onlara da bir faydamız olsun istedik. Biraz da borçla eksiklerimizi tamamlayıp İstanbul’dan ev aldık. Maaşlarımız çok tatmin edici düzeyde değildi tabi ama bizi kazandıran ev doğumları oldu. Hastaneden 600-700 lira alıyorduk ama ev doğumlarında duruma göre 200-300 lirayı buluyordu. Her gün kesin 1 doğumum olurdu ve çok zaman maaşımı katlıyordu.
İkimiz de Adapazarı’nda hastanenin bel kemiğiydik. Ben İstanbul’a geldim ama ablamı bırakmadılar. Ablam bu sebeple istifa etti o şekilde gelip o da burada özel bir hastanede işe başladı.
Ben bir süre bu şekilde çalıştım derken evlendim ve eşim burada çalışmamı istemedi. Ben de istifa ettim ve eşimle birlikte 1963-64 yılları arasında Almanya’ya gittik. Yine ablam da bizimle Almanya’ya geldi. Bir buçuk sene kadar Almanya’da kaldım ve bir süre orda da çalıştım. O esnada orada ilk gebeliğim gerçekleşti. Bu gebeliğimde Türkiye’ye döndüm. O dönemler Almanya’da ilk doğumlar özellikle sezaryen ile doğurtulurdu. Ben bunu görünce anladım ki beni de böyle sezaryenle doğurtacaklar. Bu durumu istemedim ve hızla Almanya’dan Türkiye’ye kaçtım. Eşyalarımı bile ablam arkamdan yolladı bana.
Türkiye’ye döndüğümde istifa ettiğimden ötürü tekrar çalışmaya başlamadım. Burada istediğim gibi normal bir doğumla ilk çocuğumu doğurdum 4 yıl kadar sonra da ikinci oğlum dünyaya geldi ve bu durum benim çalışma hayatıma toplamda 6-7 sene kadar ara vermeme neden oldu. Daha sonra büyük oğlum 1971 yılında ilkokul 1. Sınıfa başlayınca tekrar çalışmaya başladım.
Bu defa başladığım yer Sait Çiftçi Devlet Hastanesi oldu. O dönemler bir sağlık bakanlığına ait devlet hastaneleri vardı; bir de belediyelere bağlı sağlık kurumları vardı. Sağlık ocakları da belediyeye bağlıydı. Sait Çiftçi Hastanesi o dönem yeni açılıyordu ve burası da Belediyeye ait bir sağlık kuruluşuydu. Dönemin Belediye Başkanı Fahri Atabey de beni çok severdi. “Kızım” diye sarılır severdi rahmetli. Ben kendisine ziyarete gittiğimde beni bu yeni açılan hastaneye ebe olarak almak istediğini söyledi ve süreç böyle gelişti. Benim çalıştığım dönem Fahri Atabey aynı zamanda hastanenin Başhekimi oldu. Bir süre burada çalıştıktan sonra hastane Sağlık Bakanlığı bünyesine geçince benim kadrom sağlık ocağı olarak göründü ve tekrar Sağlık Bakanlığına çıkan kadromla Edirnekapı Sağlık Ocağına geçiş yaptım.
İlk başladığımda dispanserdi Edirnekapı ve hemen hemen tüm birimler vardı. Bu birimlerde rotasyonla çalışırdık dolayısıyla her bölümde görev alırdık zamanı gelince. Burada ebeliğimin avantajlarını yaşadığım çok oldu yine. Örneğin dâhiliyede tansiyon ölçerken hastadaki ritim farklılıklarını hemen fark ederdim. Fetoskopla bebek kalp sesi dinleye dinleye kulak bir uzmanlık kazanmıştı adeta. Sıkıntılı bir kalp sesi duyduğumda hekime bilgi verdiğim birçok hastanın teşhisinde yardımcı olmuşumdur. Bu arada Fatih’te olduğum dönemlerde de yine Ebe Tabelamı asarak ev doğumlarına devam ediyordum.
Emekliliğime yakın dönemde Türkiye’de Aile Planlaması yöntemleri haplar, spiraller çıktı. Onlarla ilgili bir alanda çalışmadım ben.
Son olarak Edirnekapı Sağlık Ocağı’nda 15-16 sene kadar çalıştım ve sonrasında da 1989 yılında emekli oldum. O günden bu güne neredeyse 30 yıl olmuş. Oğullarım bazen benimle eğlenirler annem çalıştığından çok emekli parası yedi diye
Mesleğimiz ağır bir meslektir. Gece gündüz yoktur bizim mesleğimizde. Bazen emekli olsam da uyusam derdim o kadar yoğun bir çalışma hayatım da oldu.
Hemşireler tabi bizi pek sevmezdi. Ebelere çok hak tanınıyordu çünkü. Bizim tabela asma hakkımız vardı yani kendimize ait bir yer açabiliyorduk. Yine o zamanlarda telefon neredeyse kimsede yoktu çok zenginler bile zor alırdı telefon. Bir telefon almak için dilekçe yazmak lazımdı ve 4 sene 5 sene sonra ancak bağlanırdı telefon. Yine ebelere yer açtıkları anda ilk önce telefon bağlanırdı. Hatta ben İstanbul’da olduğum dönem Fatihte oturuyordum ve evim kiraydı, evimde tabela astığım için haftasında telefonum bağlandı. Yine bize saat 15:00 ten sonraki çalışmamızda ekstra ücret verilirdi ve tazminat haklarımız vardı fakat hemşire arkadaşlara bu haklar da yoktu. Aslında eğitimleri de bizden uzundu 3 ya da 4 yıl okuyanlar vardı fakat haklar noktasında daha kısıtlıydılar. Tabi hemşireler de biz ebeler de muazzam bir bilgiye sahiptik.
Dediğim gibi zaten ilk doğumlarda özellikle sezaryen uygulanıyordu. Ebeler ise bizim gibi çalışmıyordu. Hemşireler ebeler o dönemlerde iğne bile yapamazdı yetki verilmiyordu çünkü. Bu meslek grupları ilaç dağıtır, yatakları düzeltir yani buranın hasta bakıcısının yaptığı işleri yaparlardı. Eğitimde de biz onlardan çok daha iyiydik hele benim Çapa da aldığım eğitim muazzamdı. Orada hemşireler hastanın üretrasından sonda ile steril idrar almayı bilmiyorlardı mesela. Tabi yine de hemşirelere ve daha ziyade ebelere çok önem verirdi Alman halkı. Burada da saygı vardı ama onlar bizden de saygılı davranırdı. Üniformayla çıkmamız gereken zamanlarda otobüste gören hemen kalkar yer verirdi, markete gittiğimizde mutlaka öncelik bizlere verilirdi.
Doğumhanelerde ebeler aktif çalışırdı. Bizim dediğimiz oluyordu. Doğumları biz yaptırdığımız gibi asistanlara da biz öğretirdik doğumu. Bizi dinlerlerdi.
O dönemler Türkiye’de her yerde bakış açısı şöyleydi; kalburüstü diye tabir ettiğimiz zengin insanlar evde doğum yapardı. Evde doğum yapmak adeta bir gurur kaynağıydı. Hastaneye gelenler durumu olmayan aileler olurdu. Biz de oradan anlardık annenin maddi durumu iyi mi kötü mü diye.
Özellikle Adapazarı’nda beni çok tanırlardı. “Kız Ebe” derlerdi. Orada namım çok arttı. Hatta çok zengin bir ailenin 16 yıl sonra olan erkek çocuğunun ev doğumuna gitmiştim. O dönemler tabi erkek çocuk çok önemli ve bir de yıllarca beklenen çok kıymet verilen bir bebekti. Aile bir kadın doğum uzmanı olan Doktor Emin Bey’i (rahmetli) arıyorlar fakat şansa hekim o gün yoktu tabi doğum başlamıştı ve öyle olunca beni çağırdılar doğuma. Doğum çok güzel bir şekilde gerçekleşti. Tabi bilgilendirmek ve ekleyeceği bir şey var mı gibisinden ben doktor beyi arayın dedim. İlaç yazma yetkimiz yoktu nihayetinde ve anneye doğumdan sonra kan ilacı takviyesi vs gibi durumlar için hekim bir reçete yazardı. Aile irtibata geçince doktor bey doğumunuza kim girdi demiş aile de Gülümser Ebe deyince hekim bey o zaman benim gelmeme bakmama hiç gerek yok ekleyeceğim bir şey yok ebe hanım zaten her şeyi yapmıştır demişti. Tabi yine reçetesini telefondan bildirmişti.
Eğitimim merakım ve uygulamalarıma güven hat safhadaydı öyle olunca da hem halk hem de hekimler tarafından tanınır ve güvenilir olmuş olmam bu ünümün artmasına da sebep olmuştu elbette.
Hatta bir gebe vardı kabak satarak geçimini sağlardı 4 çocuğu vardı hepsinde son anda hastaneye götürülmüş ve doğumları o şekilde gerçekleşmişti. Bu doğumunu evde yapmaya çok hevesleniyordu ama maddi gücü yoktu. Beni buldu biraz konuştuk ve o hevesini görünce tamam dedim ben sana eve doğuma gelirim hiç merak etme. Tabi bu 5. Doğumdu fırt diye doğuverdi(gülüşmeler). Bu aile unutamadıklarımdandır. Eşi bana sonrasında kocaman bir kabak getirmişti Adapazarı kabağı çok da meşhurdu. Çok dualar etmişti.
O zamanlar bu tip rutin uygulamaların hiçbiri yoktu. Anne hastaneye geldiğinde de biz yine anneyi açıklık, çocuk kalp sesi açısından takip ederdik. NST cihazı yoktu tabi fetoskop ile takip ederdik bebeği. Anneler serbest biçimde aktif hareket halinde travay (açılma, doğum eylemi) sürecini geçirirlerdi. Hatta takipleri stajyer ebeler yapardı. Biz kontrol eden kıdemli ebeler idik. Stajyer ebeler ters doğumlar gibi sıkıştıkları durumlarda bize haber verirlerdi biz kıdemli ebeler bu tip doğumlarda devreye girerdik. Makatla gelen bebeklerin doğumlarını bile ben yaptırabilirdim.
Doğumlarda çok zor durumlar olmadığı sürece hekime ihtiyaç duyulmazdı. Zaten de hastanede tek hekim olurdu çoklukla. O evinde olurdu ancak doğumun sezaryen olması gereken bir sürece girdiğini teşhis ettiğimizde kendisini arar çağırırdık. Son derece bilgiliydik ve doğumdaki gebe-bebek takibini çok iyi yapardık. Bu sayede teşhislerimiz çok doğru olurdu. Çok zaman hekim gelip tanıyı kesinleştirmesine ihtiyaç duymadan sezaryene anneyi hazırlama inisiyatifimizi kullanırdık ve bu kararlar yanlış olmazdı.
Normal doğumun anne ve bebek açısından faydaları elbette çok önemli olduğunu biliyoruz. Şimdilerde gerçi ne yazık ki anne adaylarının bazıları bu konuyu es geçebiliyor. Forseps kullanıyorduk bazen zor doğumlarda. Esasında o bile bir müdahale elbette ama o dönem normal doğum için şimdilere göre daha fazla çaba sarf ediyorduk hem bizler hem anneler. Ev doğumlarında tabi tek başıma oluyordum bir hekim olmuyordu yanımda ama aksi bir durumda hastaneye gitmek üzere planımı yapıyordum ama onca ev doğumumda bir kere bile hastaneye gitmeye ihtiyaç olmadı. Bir defa yırtık yaptırtmazdım. Onun usulü vardır masajla zeytinyağıyla aça aça annenin perinesini gevşetiyordum. Tabi bunun için başında bekliyordum. Öyle bırakıp gitmiyorduk, doğumun hangi aşamasında annenin yanındaysak artık doğuma kadar bir yere ayrılmaz annenin başında beklerdik her safhasını gözlemlerdik. Anneye pozisyon ve nefeslerle alakalı da yapacaklarını hatırlatıyor aynı zamanda bu şekilde de destekliyorduk. Sonuçta tüm mesuliyet bizdeydi ve kendimizi veriyorduk doğumlara, çok uğraşıyorduk. Bana seneler sonra Zeynep Kamil Hastanesinde çalışırken bir doktorumuz şöyle demişti “nerede sizin gibi ebeler nerde...”
Doğumdan sonra da 2 – 3 saat kadar bir süre annenin yanında kalırdım hemen bırakıp çıkmazdım. Anneyi yatırır durumunu birkaç defa kontrol ederdim. Annenin sağlığının normal hale geldiğinden emin olana kadar kalırdım yanında.
Bir Pazar günümüz vardı arabalara biner pikniğe giderdik her yerden birileri elinde çocuğu ile seslenirdi “aa ebe annem buradaymış” diye. Yaşım biraz daha büyük dursun da bana çocuk gözüyle bakıp güvensizlik hissetmesinler diye başıma örtü takar ayaklarıma topuklu giyerdim hususi. Kadınlara güven vermek için böyle yapardım. Çocukluğumu yaşayamadım ben tabi. Bu durum da bana yapışmış demek ki hala ağırımdır. Arkadaşlarım hatta sen biraz otoritersin derler. Çocuklarımı da öyle otorite içinde yetiştirdim. İki oğluma da hala bir baktığım zaman anlarlar, çekinirler. Sonra bebeklerin mevlitleri olurdu oralara davet edilirdik. Başköşede ebe otururdu mevlitlerde de.
Ayda yılda bir sinemaya giderdim, filmin ortasında filmi kapatıp ışıkları açarlardı anons edilirdi; “Gülümser Ebe vakanız geldi aranıyorsunuz” diye. Uyardım sonra yapmayın böyle dedim. Hayır, insanlar nöbetimden kaçtım sanacaklar. Oysaki 40 yılda bir evde olurdum zaten ve beni her vakada nöbet dışı da çağırırlardı doktor gibi. Ameliyatlara da ben girerdim ve ben kadar ameliyata hakim kimse hastanemizde yoktu. Gençlik heyecanı ve öğrenmeye olan merakımla çok çalışıyordum. Son zamanlarda artık kan tutmaya başlamıştı.
Şöyle diyebiliriz; o dönem Adapazarı’nda hem evde hem hastanede çok doğumlar olurdu ve Adapazarı’nın yarısı o dönem benim ebeliğini yaptığım bebeklerimdir.
Doğumuna katıldığım bir annemiz 3. doğumunu gerçekleştiriyordu ve ben ebesiydim. Alt katımda oturuyordu ben doğum esnasında yukardan aşağıya zor yetiştim ve birkaç ıkınma sonra doğum gerçekleşti. O gün doğan bebeğim bugün 56 yaşında. Hala onlarla irtibatım var. Doğum yapan anne vefat etti. Doğan kıza kızım derim. Onun torunları var onları bile bilirim.
Adapazarı çok Karadenizli olan bir bölgedir. Karadenizliler de her yıl doğum yaparlardı 4-5 çocukları olurdu. Her sene doğum için aynı eve gittiğimi bilirim. 4-5 çocuğu olan bir annenin hemen hemen her doğumunu yaptırdığım olurdu.
Benim bildiğim tabela asan iki ebe daha vardı o dönem Adapazarı’nda. Ama ben onları açık ara solladım vallahi(gülüştük burada). Tabi bunun sebebi ilk önce severek işimi yapmamdı. Sonra gebelere çok iyi davranırdım ayrıca bilgim çoktu ve cesaretim de çoktu. Öyle vakalar oldu ki; bir defasında misal doğum gerçekleşti anneyi yatırdım ara ara kontrol ederken annenin rengi geçti ben bir aksilik olduğunu anladım. Yatağın örtüsünü bir açtım ki yatak göl olmuş kanamadan. Annenin uterusu toparlanamamış. O dönemler çarşaflarla T bandı denen bir yöntem uygulardık. Çarşafı T şeklinde dolayarak uterusun alt tarafına denk gelecek ve bastıracak şekilde annenin karnına sırtından dolandırarak bağlardık. Bu anneye hemen T bandı uyguladım. Tabi bu işlem uterusu havaya kaldırırken bir yandan ben de elimle uterusa masaj yaparak toparlanmasına yardım ettim. Ayrıca ebe çantamda bulunan meterjin ile de anneye tıbbi destek de sağlardım.
İlk olarak muşamba bulunuyordu. Gebeyi yüksek bir yere yatırıp altına bir leğen koyardım. Muşambayı da annenin kalçasının altından leğene doğru sererdim bu sayede doğum esnasında akan sıvılar leğene akardı. Ayrıca mutlaka uterus toparlayıcı ya da kanama durdurucu meterjin gibi ilaçlarım ve enjektörlerim bulunurdu. Tabi o zamanlar enjektörler şimdiki gibi kullan at değildi. Kaynatarak kullanılan enjektörlerim vardı.
Kasılmaları artırıcı bir ilaç bulunmuyordu çantamda. Tamamen doğal yollarla annenin kendi kasılmalarını bekliyordum. Anneye nefes ve odaklanmaya dair telkinlerde bulunuyordum. Siz şimdi bu işi doğumdan önce gebelik eğitimlerinde anlatıyorsunuz ya biz işte onu o anda doğumda yapardık. Göbek kesme makasım ve göbek klemplerim vardı. Ayrıca annede vajinal cildin müsait olmaması ya da hızla gelen iri bebekler nedeniyle oluşabilecek vajinal yırtılmaları tamir edebilmek için katgüt dediğimiz iğne ipliklerden bulunurdu çantamda. İlk önce iç kısmı katgüt ipliklerle diker, cilt bölgesini de metal zımba gibi kancalarla tutturur ve birkaç gün sonra o kancaları alırdık. Ben kendim epizyotomi kesisi hiç yapmadım. Yırtılma söz konusu olursa tamirini elbette kendim yapıyordum ama kesme ihtiyacı hissetmedim hiç. Tabi çok yırtılma da olmazdı çünkü yağlarla perineye doğum esnasında masaj yaparak perineyi gevşetiyordum, bunun sebebi bu gevşetme işlemidir.
Tabi bunlar hastanede çalışmanın avantajlı kısımlarıydı. Nihayetinde devlet ebesi olarak çalışıyordum ve hastane hekimlerinin, hastane yönetiminin de haberi ve izni ile malzememin çoğunu hastaneden temin ediyordum.
Kullandığım tüm yöntemler hep bilgiye dayalı yöntemlerdi. Tabi doğumlarda annenin ihtiyaçlarını gözlemle kazanılan bilgi ve beceriler de vardı. Alet olarak yanımda taşıdığım bir tek anneannemden anneme ve ondan da bana yadigar kalan Meryem ana eli otum vardı. Bunu yanımda taşır suya koyardım. Bunun dışında bilgiye dayanmayan kanıta dayalı bir açıklaması olmayan kullandığım bir şey yoktu.
Sadece doğumunda bana gelen gebeyi kabul etmezdim. Mutlaka evvelinde de görüşürdüm gebelerle. Sonuçta onların sorumluluklarını alacaktım doğumda ve sadece doğumda karşılaşarak bunu kabul etmezdim. Gebeler beni bulurdu benimle tanışırlardı.
Gebelerimin hepsinin mutlaka adresleriyle birlikte listeleri olurdu. Bir iki ayda bir onları kontrole çağırırdım mutlaka. Tahta fetoskop ile çocuk kalp sesini dinlerdim. O zamanlar çatı ölçmede pelvimetri kullanırdık. Bir pelvimetri ile annelerin çatı kemiklerini ölçerdim normal doğuma uygunluk açısından. Uygun olmayan gebelerime durumu anlatıp hastaneye yönlendirdiğim oldu. Onun dışında tansiyonu gibi bulgularına da bakardım.
Bu buluşmalarda gebelerime gebelik ve doğuma dair bazı önerilerde de bulunurdum. Gebelikte yürüyüş yapması gibi günlük ufak ama önemli hatırlatmalarda bulunurdum.
Şimdi talebeler soruyorlar 18-19 yaşındaymışsınız nasıl cesaret ediyordunuz, nasıl gidiyordunuz diyorlar. Yaşımız da küçüktü tabi. Şimdi düşünüyorum bu yaşımda o günkü cesaretimin olmadığını hissediyorum. Ama yine de mesleki anlamda çok daha iyiyizdir şimdiki meslektaşlarımıza göre. Zaman zaman özel hastanelerde nöbetlere de gittiğim oldu. Oralarda gözlem şansım oldu ve gördüm ki bizden sonraki hemşirelerin ve ebelerin bazıları o kadar sorumsuzlar ki. Şurada doğum oluyor bi bakıyorum ki hemşire, ebe telefona gitmiş saatlerce telefonun başında. O zaman cep telefonları yoktu tabi. Ya da bir bebeğin doğumunda ebe arkadaş gitmiş, arkadaşıyla görüşmeye, artık bahçede mi nerede görüştüyse. Tabi bebek anne yanlızken doğuvermiş. Bu vaka esnasında ben yoktum bana da iletildi ama. Tabi bir sürü sorun çıktı aile davacı oldu. E bu defa halkın güveni sarsıldı böyle sorumsuzluklar sonucunda. Ben giyimime dikkat ediyorken yaşımı büyük göstermeye çalışıyorken halkın güvenini kazanmak için uğraşıyordum ama bizden sonrakilerde böyle bir anlayış olmadı. Şimdi nasıl bilmiyorum.
Bu sorumsuzlukların artışındaki sebep bence mesleği sevmemektir. Birçok ebe ne yazık ki istemeden okuyor bu bölümü, puanı düşük diye seçmişler. Oysaki bizim mesleğimiz herkesin yapabileceği bir meslek değil. Hem sorumluluk açısından zor iki can bize emanet ediliyor sonuçta hem de hayatımızdan çok büyük bir özveri istiyor. Gece gündüzü olmayan bir meslektir ebelik.
Bir de tabi yeni nesil anneler biraz nazlılar. Sabır diye bir şey yok yeni annelerde. Fırt diye hemen olsun hiç acı yaşamayayım beklemeyeyim istiyorlar. Dün oğlumla otururken oğlum dedi “anne sen de beni doğururken çok ağrı yaşamışsındır değil mi?” diye. Tabi oğlum dedim. Ölüyorum demeden doğum olmaz! İnsanın beli ayrılıyor gibi bir his oluyor ve öleyim de kurtulayım diyorken doğuruveriyorsun. Sen de normal doğum yaptın bilirsin. Kolay değil doğum öyle fırt diye olacak bir şey değil. İşte yeni anneler de bundan kaçıyorlar sezaryene.
Aah oysa ki o kadar çok şey kaçırıyorlar ki. Yıllar sonra acısını çıkarıyor sezaryen. Biz anatomiyi eğitimde çok iyi aldık ve sezaryen kesisi ufacık bir açıkta bile birçok risk taşıyan bir durum. Ben bir apandisit ameliyatı oldum. Ve hastanede olduğum; kendimiz ailece ebe olduğumuz bu kadar sağlığın içinde olduğumuz halde 3. gün iltihap oldu.
Ebelere öğüdüm okumaları ve bilgi sahibi olmaları. Bol vaka görerek kendilerine olan güveni arttırmaları. Bugün artmış bu kadar sezaryenin tek çözümü ebelerdir. Verin her annenin başına bir ebe, ama hiç ayrılmayacak başından, bakın o anne doğuruyor mu doğurmuyor mu? Biz hep destek olduk anneler, bu sayede doğurdular. Şimdi sıra yeni ebelerde. Ha birde en önemlisi, annenin yanında olduklarını hissettirmeleri. Ona güven vermeleri. Ancak böyle yaparlarsa bu meslek yeniden ayağa kalkar.
Gülümser ebemizle olan bu güzel söyleşimizden ötürü kendisine çok teşekkür ederim. Ebelik mesleği sorumlulukları açısından kolay olmayan ve her daim bilgiyle yürütülmesi gereken bir meslek olmakla birlikte mesleğimizi layığıyla yapabilmek için insanı ve doğumu sevmek birinci şart. Bugün belki de kaçırdığımız noktalar bu önemli noktalar. Bu sebeple ebeliği ve doğumları değersizleştiren yine bizler olmuşuz. Büyüklerimizden öğreneceğimiz çok şey hatırlamamız gereken güzel hisler var.
Gülümser ebemiz bugün yoğun yaşadığı yılların ardından tez canlılığını hala koruyan yaş almış ama yaşlanmamış çok büyük değerlerimizden biri. Umarım Gülümser Ebemiz gibi kıymetli ebelerimizden olabiliriz her birimiz.
Ömrümüzü verimlilik ve sevgiyle geçirmek dileğiyle…
Söyleşi: Ebe Neslihan ŞEBİK
**Ebe Tabelası; Bahsi geçen dönemlerde ebelerin serbest olarak çalışabilmesine hak tanıyan bir uygulamaydı. Ebeler bu tabela ile eve doğumlarında bulunma yasal hakkına sahiplerdi. Sonrasında ebeler bir dönem sağlık kabini adı altında yer açabilirler, gebe takip edebilirler ve ev doğumlarına gidebilirlerdi. Şimdi bunun adı Sağlık Meslek Hizmet Birimi olarak değiştirildi. Ama yeni ebelik yönetmeliğinde yasal olsa da bu yeni düzenlemede ebe olarak evlere doğuma gitmeleri istenmiyor. Serbest Ebeler Derneği bu konuda yasal mücadelesi ile öne çıkan bir meslek derneğidir. Hedefleri ebelerin mesleklerini sadece kadrolu olarak hastanelerde değil aynı zamanda da yasal çerçevelerde serbest olarak yapabilecekleri yönetmeliklerin çıkarılmasıdır. Söyleşi 2017 yılında yapılmış ve yazarı Ebe Neslihan Şebik yıllar sonra 2023 yılında Serbest Ebeler Derneği’nin kurucu üyesi olmuştur ve şu andaki aktif başkanıdır.
Ebe Gülümser Kızılsal 06.06.2025 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur.